7 Ağustos 2013 Çarşamba

Ey insanoğlu



"Ey insanoğlu seninle memleketin arasında bir göbek bağı yoktur, memleketlerin en hayırlısı başarılı olduğun memlekettir. Zamanın da en hayırlısı sana yararlı olan, insanların en hayırlısı sana faydalı olan, suların en hayırlısı susuzluğunu gideren, hayvanların en hayırlısı seni taşıyan, elbiselerin en hayırlısı seni örten, ticaretin en hayırlısı sana kazandıran, bilgilerin en hayırlısı sana yol gösterendir. Güzellerin en güzeli de, çirkin dahi olsa senin güzel gördüğündür."





(8.yy yaşamış Basra'lı Cahız'dan)

4 Ağustos 2013 Pazar

Verimli çalışma için;


Yazı, her gün aşağıdaki 10 şeyi yapın, daha etkin, verimli çalışın diyor. Paylaşıyorum;

1. Sektörünle ilgili bir şey oku.

2. İş gelişimiyle ilgili bir şey oku.

3. Eski arkadaşlarına 2 mail yolla.

4. Özel müşterilerden gelen tüm mesajlara 1 gün içinde yanıt vermiş ol ve inbox’ını boşalt.

5. Her bir takım arkadaşının yaptığı işleri ve ilerlemesini kontrol et.

6. Her çalışanla iş dışı konularda kısa sohbetler yap.

7. Şirketinin en önemli 3 büyüme hedefini gözden geçir ve onlara odaklan.

8. Bu üç hedefin her biri için mutlaka bir şey yap.

9. Tüm sosyal medya hesaplarına 5, iyi, işe yarar post gir

10. Kendini takdir etmek için 1 dakika ayır

Listeyi yapan J.T. O´Donnell "yıllar boyunca işimi büyütmeme ve performansımı arttırmama en çok bunların yardım ettiğini gördüm. O yüzden paylaşıyorum" diyor. "Kuşkusuz daha uzun bir liste yapılabilir, ancak yönetilebilir olmaz" diye de ekliyor. Denemeye değer görüyorum...

2 Temmuz 2013 Salı

Gemi ve Çapaların mezarlığı


Yeni gemi modellerinin üretilmesiyle yaşlı olan gemilerin birçok gemi "eski" ye çıkıyor. 

Bu gemi mezarlıklarının bazıları ise görünümleriyle ya da hikayeleriyle etkileyici bir hal alıyor. Zamanla gemi mezarlığı olarak anılmaya başlıyor.

 Tıpkı Nouadhibou’daki gemi, Tavira Adası'ndaki çapa mezarlığı gibi...

Moritanya'nın en büyük şehirlerinden olan 100 bin nüfuslu Nouadhibou, kıyılarında yüzlerce terk edilmiş gemiyi barındırıyor. Dünyanın en büyük gemi mezarlıklarından biri olan bu kıyıda, paslanmış gemiler sahile yayılmış durumda.

1980'li yıllarda başlayan olay, daha sonra yabancı gemi sahiplerinin de eski teknelerini buraya bırakmasıyla bir gemi mezarlığına dönüştü.



Kum tepeleri arasında bir çapa mezarlığı var, Portekiz'in Tavira Adası'nda. Zamanında orkinos balıkçılığının yapıldığı bu kıyıları orkinosların terk etmesi üzerine, geçimini bu işten sağlayanları anmak için eski çapalardan oluşan bir mezarlık kurulmuş. 







Macellan'ın Düşü ve Baharat Adalarına yolculuk

Geçenlerde rastgele elime geçen bir eseri okuyup bitirdikten sonra tekrar anladım ki; insanoğlu eğer gerçekten aşk ve tutkuyla bir şeyler yapmak için uğraş verirse, nihayetinde amacına ulaşabilmekte ve başarıyı yakalayabilmektedir.

1480'lerde Portekiz'de doğan Ferdinand Macellan'ın (daha sonra ismi Atlantik Okyanusunda Güney Amerika'yı dolanarak geçerek Pasifik Okyanusunu ilk geçen kişi olarak tarihe geçecek ve bu geçiş "Macellan  Strait" tarihe geçecektir.) hayatı uğruna verdiği deniz macerasında Portekizlilerin hizmetinde gösterdiği üstün hizmetin Portekiz Kralı tarafından istediği derecede dikkate alınmaması ve ona sıradan birisi olarak muamele etmesinden dolayı, buna gücenen ve gururu incinen Macellan, gizlice İspanyol Kralı'na planının tüm detay ve inceliklerini anlatarak onları ikna ederek İspanyol vatandaşlığına geçmiştir.

Macellan, kendi ismi ile anılan boğazı keşfederek, tüm meridyeni geçen ve dünyanın yuvarlak olduğunu ispat eden bir denizci, kaşif ve gezgin olarak bugün hala hatıralarda yer edinerek, tarih sayfasında kendine yer ayırmıştır.

İspanya'dan kalkan bir gemi ile yaptığı çılgın, ve bir o kadar da riskli deniz yolculuğunda, kendisi ile beraber yola çıkan 4 gemideki 237 denizciden ne yazık ki, sadece 18 tanesi sağ selamet İspanya'ya geri dönerek dünya seyahatini gerçekleşmiştir.

Macellan'ın kendisi henüz seferdeyken Filipin'lerde girdiği bir çatışmada öldürülmüş ve büyük bir tutku ile girdiği bu seyahatin sonucunu görememişti, lakin onun yaptığı bu muhteşem yolculuğu rehberi olan Pigofetta günü gününe kaydetmiş, Macellan'ın ölümünden sonra gemide yönetimi devralan El Cano geri filoya kumandanlık ederek İspanya'ya ulaştırmıştır.

Coğrafi keşiflerin lider ve ön açıcı ülkesi olan Portekiz, bulunduğu konumu ve sahip olduğu toprakları bakımından Akdeniz'den yeteri kadar faydalanamaması ile beraber kendine yetecek derecede zengin topraklara sahip olmamasından dolayı Kuzey Afrika'da n başlattıkları keşif hareketlerini genişleterek, önce Batı Afrika, Ümit Burnu ve öncelikli ama nihai amaçları olarak gerçekleşen Baharat adalarına ulaşabilmek için yollar aramaktı.

Portekizliler, yeryüzünde zaten var olan ve sözüm ona yeni keşfettikleri ülkeleri sömürgeleştirerek önce buralara ticaret acenteleri kurar, sonra da güya bunları korumak için kaleler inşa ederlerdi...!

Hindistan ve Baharat Adaları (Mölük Adaları) olarak anılan topraklara adıma atan Portekiz, gördüğü zengin baharatlar ile beraber canlı olan ticaret karşısında şaşkın kalmıştır. Öncelikle bu baharat adalarının Kralları ile barış içinde takas ticaretine başlayan Portekizliler, akabinde ülkesinden gemilerler yeteri kadar askerlerini buralara sevk ettikten sonra, bu ülkelere denizden savaş açarak el koyarak kendi sömürgeleri olduklarına Batı dünyasına söylerdi.

Portekizlilerin, Hindistan ile ticaret başlamasında, hedefi sadece burası ile sınırlı değildi, ana amaç tüm bahar ticaretini ele geçirmek, Afrika ve Asya'daki Müslümanların kontrolünde bulunan ticareti ele geçirerek yerle bir etmek ve bu yollardaki tüm ülkelere üsler, kaleler, kışlalar ve acenteler ağı kurarak tüm giriş ve çıkış noktalarını ele geçirmekti. Bunun içindir ki; Portekiz'in Lizbon limanından demir alan donanmalar; ağır kalyon ve mürettabat yönünden zengin güçlü yelkenlilerden oluşan filolardan oluşmaktaydı.Bunların içerisinde savaşmayı bilen yüzlerce tayfanın yanı sıra, en az beş yüz zırhlı ve silahlı asker, ayrıca iki yüz bombacı bulunmaktaydı. Bu donanmada marangozlar ve her türlü el sanatları ustaları bulunmakta, bunları gemi almaktaki amaçta Hindistan'a varıldığı zaman yeni gemiler inşa etmekti.

Hindistan'a giden büyük donanmada sıradan bir denizci olan Macellan, her işte kullanılır. Bunların içerisinde kasırgada yelkenleri kasmak, pompaların başına geçmek, kente hücum etmek, kale inşaatı için kızgın güneş altında kum çıkartmak, takas malları taşımak, ticaret acentelerinde nöbet tutmak, hem iskandil hem de kılıç kullanmayı, hem emretmeyi hem de emre boyun eğmeyi ve her şeyde katkısı olduğu için her şeye katılmayı gerçekleştirerek öğrenmek.

Yani Macellan aynı anda; savaşçı, denizci ve tacirdir. Genç yaşta kendini attığı bu savaşlarda onun ilerde büyük bir denizci olmasına çok katkı sağlayacaktır.

Portekizlilerin, Hindistan'ı ele geçirmesinden sonra, baharat zenginliği hakkında duydukları söylentiler karşısında Malaka kenti ve boğazını ele geçirerek buradaki baharat ticaretinin kontrolünü ele geçirmek için sabırsızlanıyorlardı. Bu çerçevede Portekizlilerin planı her zamanki gibi akıllıca ve şeytan idi. Bölgeye hemen bir savaş donanması göndermek yerine, birkaç gemiyle Malaka'ya yavaş yavaş sokularak bölgeyi iyice araştırmak ve sonra da barışçı tüccar maskesine bürünerek ilişki kurmaktı.

1509 yılına gelindiğinde Portekizli denizciler artık Lizbon'dan Mombasa (Kenya) ya ve buradan Hindistan'a kadar bilmedikleri kayalık, liman kalmamıştı.

Macellan'ın dünya seyahatinde ona eşlik eden gemiler hangileriydi peki ?

- Kumandası altındaki "Triniad"
- San Antonio
- Conception
- Victoria
- San Antiago


Dünya seferi sadece "Victoria" gemisi tamamlamıştır.

Macellan'ın özelliklerini sıralarken; cesur, kararlı, gözü pek, kendini gizlemeyi bilen ve en önemlisi de büyük bir düşe sahip olması ve tutku ile bunu devam ettirmesi olarak aklıma gelenleri söyleyebilirim.

18 Haziran 2013 Salı

Dil




Bir aydın dil bilmese de olur, çok kitap okumasına da ihtiyaç yok. Yeter ki ana dilini gerçekten bilsin. Kelimeleri şecereleriyle tanısın. Asıl olanları âdilerinden ayırsın. Karanlık kelimeler vardır, arılar gibi vızıldayan kelimeler. Taşıdıkları hiçbir düşünce yoktur, kimse tarafından anlaşılmazlar. Ama yine de herkesin ağzındadırlar. Onlar için yaşanır, onlar için ölünür: Hayalimizin rengine bürünürler. Göremeyiz onları, pusudadırlar. Ve bir atılışta parçalar bizi. Dilimizin her kelimesi başka bir dilden gelmiştir. Nice ülkeler dolaşmıştır bize gelinceye kadar. Ciddi olarak okumak isteyen Yunan alfabesini öğrenmeli (Ruskin İngilizlere söylüyor bunu). Her dilden lügatlar bulunmalı kütüphanemizde. Okuduğunuz metinde hiçbir karanlık kelime kalmamalı.
Ruskin

Çok mu yoksa Az mı..!

“Çok fazla ödememek akıllıca olabilir, ancak çok az ödemek daha da kötüdür.

 

Çok fazla ödediğinde, biraz para kaybedersin, ancak hepsi budur.

 

Çok az ödediğinde, bazen herşeyi kaybedersin çünkü aldığın şey yapılması istenen şeyi yapmaktan acizdir.

 

İş yapmanın en temel kuralı az ödeyerek çok almanı engeller - bu imkânsızdır.

 

En düşük teklifi değerlendiriyorsan, en doğrusu taşıdığın risk için de bir şey eklemektir, ve eğer bunu yapabiliyorsan, o zaman daha iyisini de alabilirsin.

 

Herhangi birşeyi daha kötü yapmadan daha ucuza satabilmek zordur ve herşeyi sadece fiyat olarak algılayanlar bu tür kişilerin avıdır.”


John Ruskin, 1819 - 1900


2 Haziran 2013 Pazar

Y ve Z kuşağı


Geçenlerde Oruç Kaya'nın Y ve Z kuşağı ile ilgili güzel bir yazısını okumuştum, yazının bir bölümünü aşağıda bulabilirsiniz..

1922-1945 arası doğanlar“Geleneksel Kuşak”, 1946-1964 arası doğanlar “BabyBoomers”, 1965-1980 arası doğanlar “X Kuşağı”, 1980-2000 arası doğanlar “Y Kuşağı” ve 2000 sonrası doğanlar ise “Z Kuşağı”olarak tarif ediliyor.

Y Kuşağı; internet ve çok kanallı televizyon ile büyüdü, yüzyüze görüşme yerine sanal görüşmeyi de tercih ediyor, sabırsız, kendine güven duyguları yüksek hatta ilk çalışma yıllarında hemen yönetici pozisyonuna yükselmek istiyor, sadakat duyguları zayıf, hızla iş değiştirebiliyor, kariyer ve gelişimleri için her türlü talepte bulunmaktan çekinmiyor, kendi işlerini yapmayı özgürleşmenin bir adımı olarak benimsiyor, dikte eden ve yönlendirmeye çalışan yerine gelişimlerine katkıda bulunacak ve koçluk yapabilecek yöneticilerle çalışmayı tercih ediyor, yaratıcılıklarını ve bağımsız düşünceyi destekleyen ortamları tercih ediyor, aile ve iş yaşantısını dengelemeyi benimsiyor, “iş, iş, iş ve sonra öl” yerine işten keyif almak istiyor, sanılanın aksine para yerine kariyer ve gelişim odaklılar, uzaktan çalışma veya yarı zamanlı veya kısa sureli kontrat esaslı çalışma alternatiflerine sıcak bakıyor, bireysel hedeflerini şirket hedeflerinden önde tutuyor, 08 – 17 çalışmak yerine daha esnek ve ofis dışından çalışmak istiyor, iş görüşmelerinde daha sorgulayıcı ve daha talepkar olabiliyor, daha fazla şeffaf ve adil iş ortamı istiyor…

Özellikle 2000 doğumlu olanlar “140 karakter” içinde hareket ediyor, sayfalar dolusu okumayı ve yazmayı sevmiyor, az kelime kullanarak derdini anlatmak istiyor, “dilin kemiği yok” sözüne uygun düşündüklerini pat diye söyleyebiliyor, çok basit ve sade düşünüyor, bürokrasiyi ve bürokratik davranışları sevmiyor, prosedürleri sevmiyor, kurallarla araları iyi değil ve sıkıntıya gelemiyor, sürekli iletişim halinde olmak istiyor…

“Seni seviyorum” ya da “ayrılmak istiyorum” gibi duygu yüklü mesajlar bile sanal kanallardan gönderiliyor, beğenilmek için “facebook” pozu geliştiriliyor ve bunu yayınlanabiliyor.

“Y” ve “Z” Kuşağı’na yaklaşmak ve seslenmek kolay değil. Onlar, kendilerine güveniyor, rahatlarına düşkün ve hızlı yaşıyor.

Fizolof Aristoteles’in 2363 yıl önce söylediği “Ah şu gençler! Kabalar, saygısızlar, kontrolden çıkmışlar! Herşeyi bildiklerini sanırlar. İstekleri pek çoktur ve bunları hemen eyleme dönüştürmek isterler. Çok değişkendirler. İstekleri geçicidir; birden parlar, birden söner. Tutkuludurlar, huysuz ve öfkelidirler. İsteklerinin önüne dikilen en küçük engele bile katlanamazlar.” sözlerini söylememek. Hele şikayet etmemek lazim

Aksine!

“Y” ve “Z” kuşaklarını iyi tanıyalım, zira 2023 ve sonrasını bu “Y” olduğu “Z” kuşağı gerçekleştirecek ve yönetecek.

Onları iyi tanımak ve onların özelliklerine göre eğitim vermek çok önemli, onları iyi tanıyamak ve onları iyi yetiştirmek lazim.


5 Mayıs 2013 Pazar

İlim

İlim Tanrı'nın sırrını bile keşfedecek kadar ilerleyebilir, fakat din adamlarının nereden yediğini keşfedemez.
(Victor Hugo)

Afrika ve Ben/Biz


Geçenlerde tv ekranlarında afrikanın sosyal durumu ve toplum ile ilgili izlediğim bir belgesel bendeki Afrika ya olan özlemi tekrar hatırlattı. Bunun akabininde Edward Zwick isimli harward edebiyat mezunı olan amerikalı film yapımcısının 2005 yılında çektiği birçok ödüllü filmi olan Kanlı Elmas (Blood Diamond) filmini daha önce izlememe rağmen tekrar izlemekten kendimi alamadım. Bu sadece amerikalı gözü ile çekilmiş bir film değil, resmen gözümüzün içine sokarcasına bize gösterdikleri bir kirli tezgahın kurbanı oşan afrikalıların dramı.. Filmin konusu veya ne anlatmaya çalıştığı ile alakalı birşeyler yazma niyetinde değilim, bu filmin bana hatırlattıkları üzerinden birşeyler yazmak istedim.

Üniversite döneminden beri Afrika deyince heyecanlanır ve umutlanırdım, bunun arka planında Afrika ile ilgili okuduğum ve her daim kendimden birşeyler bulduğum bir coğrafya olmasının etkisinin olduğundandır diye düşünüyorum. İçinde bulunduğu yoksulluk, çaresizlik, iç savaş, gibi birçok soruna rağmen siyahi görünüşleri ile kaplı kara hayatlarında her daim gülümseyen bembeyaz dişler bana her daim güç ve ışık vermiştir, yıllarca sömürgeci güçlerce onlara dayatılan ve alternatif üretilmesine izin verilmeyen kahrolasıca bir hayata rağmen hala afrikalı gülümsemeye devam ediyorsa işte burada onların değil onları bu koşullarda kölleştiren beyaz adamın korkması gerekmezmi..! Güzelim bir coğrafya olan bu kıta kan, gözyaşı, acı, umut, şiddet, korku, yalnızlık, çaresizlik, yoksulluk, sahipsizlik ve bilinmemezliğin yoğrulmuş bir karışımı olarak tarihte yer edinmişyit, niye derseniz sebebi çoktur.. Kimbiliri belli tek suçlar siyahi bir toplum olmasıdır, eğer bu bir suçsa yaratanı suçlamak mı gerek acaba..! Orada her acının altında beyaz adamı aramanıza gerek yok, artık beyaz adamın yaptığı vahşetin daha kötüsünü onlara yaşatan kendi ırkdaşı ve soydaşı olanlar var... beyaz adamın yeryüzünde yaptığı katliam ve işkenceleri artık farklı görüyoruz, sahip oldukları modern akıl ! ve hayat tarzı ! ile kendilerine en güzel ve en iyisini layık görürken, diğer tarafta modern silah ve sistemler ile işledikleri cinayet ve katliamları bizlere çok farklı gösteriyor. Sahip oldukları basın ve medya güçleri ile bizleri bilgi kirliliği bombardımanı altında esir düşünceler altında bırakan kapitalist düzen ve işbirliği olan yerel ayakları ile bize istedikleri yöne çok rahat savurabiliyorlar...

Kısa bir süre önce döndüğüm İngiltere den farklı çapta bir sürü hayat tecrübesi yaşayarak ve öğrenerek geldim. Tabii ingiltere gibi yeryüzünün anasını ağlatan sömürgeci ve katliamcı bir devleti tarihte yaptıklatı ile düşünerek bu ülkeyi gezmek bana acı versede kalıcı önemli izler bıraktı. Ülkenin çoğu yerinde karşılaştığım, rastladığım, sohbet ettiğim afrikalı benim içimde taşıdığım umudu her seferinde hatırlatıyordu. Birçoğunun düzene kayıtsız olması ve mevcut koşullar altında gayattan zevk almaya bakması beni şaşırtıyordu, sürekli kendi kendime hayır bu senin düşündüğün afrikalı değil, sen düşlerinde her daim güçlü ve yarını değiştirecek düşüncesinde olan afrikalılar düşündü, umudunu diri tut onlara rastlayacaksın diye avuttum kendimi.

Ve ülke'den ayrılmadan önce kongo doğumlu, fransa da büyüyen çok iyi birer dost olduğumuz arkadaşımın evinde yalnız oturduğumuzda ona afrika hakkında duygu ve düşüncelerimi açtım, farkında olmadan onu üzdüğümü ve yarasına tuz serptiğimi farkettim. Konu ile ilgili konuşmak istemedi lakin ben üsteleyince ve ısrar ile afrikalı niye böyle, niye toplumu değiştirip dönüştürmüyorlar, sömürgeci beyazın tahakkümünden ne zaman kurtulacaklar ve diyah adam afrikada ne zaman gerçek bir devrim yapacak diye üsteleyince dostumun bana verdiği tepkiye şaşırdım. Henüz dört yaşındayken kongo daki iç savaştan dolayı zorunlu olarak ailesi ile beraber fransız sömürgesinde kurtulamayan kongo dan fransa ya göç etmişler, kongo daki iç savaşı anlatırken acı çekerek hüzünlendiğini farkettim, düşünmeden onu üzmüştüm.. Böylece afrika ile ilgili uzun bir sohbetimiz oldu, ülkedeki mevcut rejimin nasıl bir kukla görevi gördüğünü, fransa nın onay ve izni olmadan hiçbir şeyin yapılmayacağından bahsetti, belki biz bağımsızlığı kazandık diye düşünüyorsunuz dedi lakin kendileri ile aynı kaderi paylaşan birçok afrika ülkesi gibi beyaz adamın izni olmadan ülkede birşey yapamıyorsunuz..

Sohbetimizin sonunda bana lütfen ne olursunuz afrikalıya siz niye bu haldesiniz, niye isyan etmiyorsunuz veya niye bu düzeni değiştirmiyorsunuz gibi sorular sormayın ne olur dedi...bırakın afrikalı olan siyah adam düşünsün bunu, benim ve benim gibilerin sorunudur bu..ne sen ne başkası bizim için çok fazla birşey yapamazsınız, yeryüzünde eğer afrikanım kaderi değiştirilecek ise bunu anca afrikalı değiştirmek istediği zaman yapacaktır bunun oluşması içinde afrikalı hala düşünecek bilince varamamış ama ben nit afrikalı olarak inanıyorum ki birgün bumu başaracağız belki ben görmeyebilirim ama çocuğum veya torunum buna kesinlikle şahit olacaktır diye hüzünlü ve hırslı bit şekilde anlattı....

burada da bana sessiz kalmak düştü..

1 Mayıs 2013 Çarşamba

Ahlakın tarifi

Eğer bir kimseye, sana teşekkür etsin veya Tanrı hoşnut olsun diye bir iyilik edersen, bir tür ticaret yapmışsın demektir. Fakat eğer iyi bir iş yapar da bir beklentiye girmez bir mükafat beklemezsen, ahlaki bir iş yapmış olursun. Eğer iyi bir iş yapar, zevk alır, hoşnut olursan, birincisinde ahlaki olur; ama diğer defalar, bu işi lezzet hoşnutluk hissetmek için yaparsan alışveriş olur.
(Kant)

28 Nisan 2013 Pazar

Değişim düşmanları


Dünyada kişi ve kurumların en büyük düşmanları dışarıda değil, içeridedir. İnsanın dışarıdaki düşmanları bir insanı kendi aleyhine olacak şekilde konuşturamaz; kendi aleyhine olacak şekilde hareket etmesine yol açamaz.

Düello yapan iki kovboy düşünün: Kovboylardan biri diğerinin ne söyleyeceğini ya da nasıl hareket edebileceğini belirleyemez; sadece silahını çekip rakibine ateşleyebilir. Bu anlamda dışarıdaki düşmanla başedebilmek de kolaydır. Ama içerideki düşman, sizin ne söyleyeceğinize ve nasıl hareket edeceğinize ilişkin tam bir kontrol sahibidir.
Nesil Yayınları’ndan çıkan Can Alpgüvenç’in Şeyh Sadi Şirazi Bostan ve Gülistan isimli eserinde Şirazi’den seçme öyküler var. Birinci bölüm benim deyimimle insanın en büyük düşmanına ayrılmış: Kibir. Kibrin çok değişik yansımaları vardır. En kötü yansımalarından biri, her şeyin en doğrusunu bildiğini sanmaktır. Siyasetle, dinle, ekonomiyle, yönetimle, uluslararası ilişkilerle ve aklınıza gelen her konuda en doğruyu, en iyi bilenin kendisi olduğunu düşünen kişinin kulakları tıkanır, gözleri görmez olur. Ne dostlarının ne alimlerin ne de düşmanlarının hakikat de olsa sözlerini duyarlar. Kibir bir de yüksek bir konum / unvanla -müdürlük, genel müdürlük, vekillik, başkanlık, bakanlık, başbakanlık gibi- birleşirse durum iyice kötüleşir. Çünkü kibrin çok sevdiği araçlar, cezalandırma gücü, kişinin değerine değil gücüne saygı duyulması, kişinin konumu dolayısıyla methedilmesi, belirli bir çerçevesi de olsa istediğini yapabilme gücü, kişiyi iyice doğru yoldan çıkarır.
Şirazi bir hikayesinde Sağır Hatem diye bilinen bilge bir kişiyi anlatır. Karısını utandırmamak için onun işlediği bir suçu duymazlıktan gelmek için bütün ömrünü sağır taklidi yaparak geçirmiş bir kişidir bu. Ancak bir gün bir bahçede bir dost meclisinde sohbet ederken örümcek ağına düşen bir sineğin vızıltısını duyunca “açgözlülük, insanı tuzağa düşürür” deyince çevresindekilerden biri, “Ey bilge kişi, sen sağırsın, nasıl sineğin vızıltısını duyabildin?” diye sorar. O da şöyle söyler: “Beni bilge bilenler beni hep överler, o zaman da gururum beni alt eder ve nefsimin esiri olabilirim. Ama sağır olduğumu düşünenler, yanımda nasıl olsa duymaz diyerek hep hatalarımı söylerse, kendime çeki düzen verebilir, değişebilirim.” (Şirazi’yi okudukça kendimi de onun ölçülerinde çok kibirli bulup utandım.)
İş ve siyaset dünyasında öyle kibirli insanlar görüyorum ki, kulakları sağır, gözleri kör. Bunların bir kısmı iyi okullardan mezun, bazılarının master dereceleri var, bazıları yurtdışında okumuş. İlginç bir şekilde eğitim ve edinilen başarı arttıkça kibir de artıyor ve kişinin iletişimini bozarken gelişmesini engelliyor.
İkinci düşman, tutuculuk. Tutuculuk da kibrin en sevdiği çocuğudur. Her şeyin en iyisini bilen biri, elbette hiçbir konudaki fikir ve hareketini değiştirmeyecektir. Kibirli kişi, dışarıdan gelen her türlü enformasyona kapalı olduğu için yeni bir şey öğrenemez. Düzeltiyorum, yağcılardan gelen methiye ve zehirli ispiyonlara açıktırlar. Zehirli ispiyon, asılsız bir şekilde yapılan iftiradır. Zehirli ispiyonlar, tarih boyunca birçok insanın haksız yere harcanmasına yol açmıştır. Tutuculuk, insanın farklı düşünebilme ve hareket değişebilmesinin önündeki en büyük engeldir. Nesil Yayınları’ndan çıkan Şeyh Sadi Şirazi’nin bin yıllık bu eserini ailecek okumanızı ve yeni yılda kendinizi bu iki açıdan gözden geçirmenizi tavsiye ediyorum.

9 Nisan 2013 Salı

işinize olan tutkunuzu alevlendirmenin yolu

Liene Stevens, sahip olduğu düğün ve etkinlik organizasyonu şirketi Blue Orchid Design’ı dört yıl işlettikten sonra işinden bıkmaya başlamıştı.

Her dakikası planlıydı. İşine ara verdiğinde, arkadaş ya da ailesiyle vakit geçiriyor, ama asla yalnız kalmıyordu. Uyumadan önce işiyle ilgili kitaplar okuyordu. Stevens “Bu benim kendim için yarattığım ve sevdiğim bir işti ve ama giderek bu işi tatsız bulmaya başlamıştım” diyor. “Eğer ben tükenirsem, işim de benimle birlikte bitecekti” diye de ekliyor.



Stevens öncelikle New York merkezli işinin satış kısmını üstlenmesi için işe birini aldı. Çünkü her gün ilgilenmesi gereken bu iş, onun yaratıcı enerjisinin çoğunu götürüyordu. Ardından ona yeniden odaklanmasını hatırlatacak bir yaşam koçuyla çalıştı ve etkinlik planlamadan düğün sektöründeki müşterilere danışmanlık yapmaya doğru işini kaydırmaya karar verdi. Böylece en çok neyi seviyorsa onu yapabilecekti. Stevens bu konuda “Hem mutlu olmanın hem de işimi geliştirmenin bir yolunu bulmuş oldum” diyor.

Eğer Linda Stevens gibi siz de işinizden keyif almamaya başladıysanız işte tutkunuzu yeniden canlandırmanız için 5 ipucu:

1) Rahatlayıp yenilenmek için kendinize zaman ayırın: Stevens kendine zaman ayırmaya başladı ve böylece yemek pişirmeyi öğrenirken, düzenli spor yapmayı da hayatına soktu. Ayrıca yatmadan önce iş kitapları yerine kurmaca kitaplara yöneldi. Saat 18.00’den sonra iş telefonuna gelen aramaları, kendi cep telefonu yerine telesekretere yönlendirmeye başladı. Böylece mesai sonrasında işiyle ilgili sorumluluklarını arkasında bırakabiliyordu.

İş danışmanı ve The Fred Factor: How Passion in Your Work and Life Can Turn the Ordinary into the Extraordinary kitabının yazarı Mark Sanborn, iş sahiplerinin sadece rahatlamak için değil, eğlenmek için de kendilerine zaman ayırmadıklarını belirtiyor. Sanborn “Her zaman yapmayı isteyip hiç yapmadığım şey nedir? Geçmişe baktığımda bana en çok neyi yapmanın mutluluk verdiğini görüyorum?” sorularını kendinize sormanızı ve bu doğrultuda hareket etmenizi öneriyor.



2) Kendinize bir akıl hocası bulun: İş deneyiminiz ve yaşınız ne olursa olsun, her zaman sizden daha fazla bilen biri bulunur diyor PBS’in Global Spirit adlı şovunun sunucusu ve Stoking the Creative Fires: 9 Ways to Rekindle Passion and Imagination kitabının yazarı Phil Cousineau. Sözlerine “Genelde bir akıl hocası bulmak insanların yola devam etmek için tam da ihtiyaç duydukları şeydir” diye devam ediyor. Linda Stevens’ın yaptığı gibi bir yaşam koçu edinebilirsiniz ya da etkinlik veya sosyal medya aracılığıyla her zaman gıpta ettiğiniz biriyle iletişime geçebilirsiniz. Akıl hocanızla ilişki geliştirmek, kahve için buluşmak ya da mailleşmek kadar basit olabilir.

3) Bazı sorumluluklarınızı devredin. İşinizin hoşlanmadığınız kısımlarıyla ilgili başkalarını görevlendirmeyi deneyin. Bu muhasebe ve satış için birilerini işe almak olabilir. Eğer tam zamanlı bir çalışanı karşılayabilecek durumda değilseniz, yarı zamanlı bir çalışanla da işinizi hafifletebilirsiniz. Linda Stevens “Kendi başınıza yapmak şu an için daha kolay geliyor olabilir ancak uzun vadede bu sizi bıktıracaktır” diyor.

4) İlişkilerinize odaklanın. İşinizden soğumaya başladığınızda, çevrenizdeki insanlardan da uzaklaşabilirsiniz. Ancak bu yapmanız gereken en son şeydir. İlişkileriniz, sizi yeniden enerjik ve işinizle ilgili olarak ilham almış hissettirecek olan şeydir. Bizi tanıyan insanlar, bize amacımızı hatırlamamız konusunda yardımcı olabilir. Bir topluluğun parçası olduğunuz zaman o insanlardan enerji alırsınız.

5) Yenilik yapmak. Hayal kırıklığı çoğu zaman monotonluktan kaynaklanır. Eğer başından beri bir şeyleri hep aynı şekilde yapıyorsanız, işinizi nasıl farklı yönlere çekebileceğinizi, nasıl yenilikler yapabileceğinizi düşünün. İşinizin her kısmına bakın ve kendinize şu soruyu sorun: “Burada en son ne zaman yeni ya da farklı bir şey yaptım?” Yeni bir pazarlama formunu deneyip bir blog tutmaya başlayarak ya da ilginizi çeken bir konuyla ilgili kurs alarak kendinizi ve işinizi canlandırabilirsiniz.

22 Mart 2013 Cuma

Heyecan ve Tutku

Zaman zaman görüştüğüm dostlarımdan aldığım izlenimler, hayat hazinemde birikip tecrübe olarak istifade etmemi sağlıyor.

Peki ne öğreniyorum, öncelikle hiçbir zaman heyecan ve hırsımdan hiç birşey kaybetmemeyi, ve tüm olumsuzluklara rağmen hayata sımsıkı sarılıp mücadele azmiyle çalışmayı..

Hayatın her an iniş ve çıkıştan ibaret olduğunu aklımdan çıkarmamayı. Önemli olanın dar zamanlarda kendini kaybetmeden, kendine biçtiğin yüce misyon için kararlı adımlar ile yürümeye devam etmen.

Tüm olumsuzluklara rağmen eğer hala bir umut ışığını taşıyorsan kendinde, yolun çok uzak olmadığından emin olman.

En önemliside diri tutmaya çalıştığın tutku olsa gerek, seni heyecanlandıran ve daima ritimde kalmanı sağlayacak olan da tam da budur..

Yolunu çizip orada yürümeye devam et , unutma ışık çok uzakta değil....

(Leeds' ten York'a giderken..)

17 Mart 2013 Pazar

Liverpool Gezisi [İngiltere Notları]


Liverpool

Bir cumartesi sabahı orada olacak şekilde Liverpool’a otobüs ile gitmeye karar vermişim. Meşhur Liverpool dock'larini görmek ve resimler çekmek için yola çıktım tabii en önemlisi görmem gereken 'Albert Dock'in içinde yer alan başta Merseyside Denizcilik Müzesi, International Slavery Museum, Museum of Liverpool gibi yerler olmak üzere.. 

Tarihte köle taşımacılığı ve göçmenlerin Amerika, Kanada ve Avustralya'ya gemileri ile gitmesi için kullandıkları tarihi şehir olan Liverpool'u yakından görmek önemli bir heyecan hissi verdi bana.

Liverpool şehir merkezindeki binalar Manchester'da olduğu gibi estetik olarak gerçekten etkileyici ve bu saye de dünya kültür mirası listesine girmiş bile.

Liverpool, İngiliz imparatorluğunun büyümesinde önemli bir rol oynayan şehirlerden birisiydi. 18. ve 19. yüzyıllarda dünyanın deniz ticaret merkezi olarak dikkatleri üzerine çeken bir liman şehri Liverpool. Bu şehir, limanı ile köle ticaretinin merkezi olduğu kadar Kuzey Avrupa'dan Amerika'ya kölelerin ve göçmenlerin taşınması için merkez konumuna sahip olan bir konumdaydı.

Liverpool'u Armatörler (gemi sahipleri) ve Tüccarlar 18 yüzyılda üç köşeli ticaret sistemini uygulayıp bundan büyük servetler kazanmışlar; üç köşeli ticaret sistemi dedikleri ticaret döngüsü ise şu şekilde uygulanmaktaydı; 

 - Afrika'dan West India'ya (Karayipler) ve Amerikaya köle
-  Karayip'lerden ve Amerika'dan İngiltere'ye şeker, tütün, keten vs.
-  İngiltere'den Afrika'ya hafif sanayi mallarını içeren bir ticaret yolları sistemi. 

Bu ticaret sistemini geçmişte nasıl başarı ile uyguladıysalar, bugünde bunu modernize ederek dünya üzerinde belli "hub" dedikleri merkez konumunda limanlar saptayarak taşımacılığı çok yönlü olarak kullandıklarını görmek zor değil..

19. yüzyıl başlarında dünya ticaretinin önemli bir ayağı olan Liverpool çok önemli bir konuma sahip ve gelişmiş dokları ve limanları ile ünlüydü. Liman aynı yüzyılın içinde ve 20. yüzyıl başlarında Avrupa'dan Amerika'ya giden göçmenlere Transatlantik yolculuğunun başlangıç noktası olmuştur. Dünyanın yüzde 40 ve İngiltere'nin yüzde 80 köle ticareti Liverpool limanı üzerinde dönüyordu. Böylece, şehrin önemli bir finans merkezi olması sağlandı. Sadece 1830 ile 1930 arasında 9 milyon göçmen Liverpool üzerinden Yeni Dünya'ya (USA,Kanada (35 gün sefer süresi) ve Avustralya (10-17 hafta arasında sefer süresi)) gemiler ile taşındı.

İngiliz'ler Liverpool'da Köle müzesi açararak dünya'ya bir anlamda özürlerini göstermek istemilşer kanımca. İnsanların nasıl köleleştirildikleri ve köle ticaretinin boyutları hakkında size doyurucu bilgi ve belge sunuyor. Atlantik aşırı deniz ticaretinin önemli ayağı olan köle ticaretinin merkezi Liverpool'un özellikle seçilmesi ve böyle bir müzeye ev sahipliği yapması, geçmiş ile yüzleşme cesaretin göstermesi bakımından ders alınmalı. Daha öncede buna benzer Londra West India Dock tarafındaki Londra Dock Müzesinde köle ticareti hakkında önemli bilgiler veren bir yapıya şahit olmuştum...

Aynı zamanda İngiltere deniz ticareti hakkında notlar aldım,

Peki nedir bu notlar, buyrun..

 - 1800'lerdeki İngilterenin ilk 5 üründe ithalat ve ihracatını çıkardım:
ithalatı: 1-Sugar, 2-Coffe, 3-Corn (grain,flour), 4-Raw cotton ve 5-Tea

ihracatı:1-Woollen goods, 2-Cotton Yarn&Goods, 3-Iron & Steel, 4-Non Ferros Metals&Goods, 5-Linen Yards&Goods

- 1900'lerde ise;
ithalatı:  1-Corn (grain,flour), 2-Meat & Animals, 3-Raw Cotton, 4-Timber, 5-Raw Wool
ihracatı: 1-Cotton Goods, 2-Coal, 3-Iron & Steel,Coal, 4-Woollen Goods, 5-Machinery

- 2000'lerde ise;
İthalatı: 1-Road vehicles & parts ,2-Office machies & computer equipments, 3-Petroleum & petroleum products, 4-Miscelaneus manifectures, 5-Industrial machinery,
İhracatı: 1- Road vehicles & parts, 2-Petroleum & petroleum products, 3-Office machies & computer equipments, 4-Electric machinery, 5-Industrial machinery,

ilk pamuk ithalatını 1709'da yapan Liverpool, Bundan sonra;
1900'lerde İngiltere'nin %80 pamuk ihtiyacı Liverpool üzerinden geliyordu.
1810'da 46.000 ton şeker Amerika'dan ithal edildi,
1770'de 48.000 ton tuz ihracatı Liverpool'dan Amerika ve İrlanda'ya yapılmış
1900'de dünyanın sayılı limanları arasında olan Liverpool Sugar, Cotton, Timber ve Grain konusunda önemli bir liman olarak tarihte yerini almış

Örnek olarak; Liverpool limanı, 1939-1945 yılları arasında 75 milyon tonun üzerine yük elleçlemesi (Oil hariç) yapmıştır.

Müzeleri gezince çok farklı ve ilginç şeyler ile karşılaşıyorsunuz, Gemi adamlarının 1860'lerde ne ile beslendikleri ve 1960'larda ne ile beslendiklerini karşılaştırmalı bir liste size gösteriyorlar. Yiyecek türleri ve oranları belirtilmiş, gemilerdeki denizci hayatından size kesintiler sunulmuş ve gemi adamların evlilik yaşamları ile gemideki hayatları hakkında detaylı ve bir o kadar da ilginç bilgiler vermişler.

Bu toplumun diğer önemli özelliği olarak dikkatimi çeken kısmı; her şeylerini ölçerek, not ederek ve kıyaslama metodunu kullanarak sonraki kuşağa aktarmak yoluyla yapıyorlar. Batılıya göre Doğulunun en zayıf noktası ve farkında olamadığımız hastalığımız olarak bunlar desem abartmış olur muyum acaba !

Bu arada görünce benim çok şaşırdığım bir durum ile karşılaştım, Müzenin içinden bir bölme mutfak yapılmış. Evet gerçek bir mutfak içinde dolapları, lavabosu, buzdolabı, hazır yemekleri, meyve & sebzeler, çay, kahveler vs.. hemen hemen bir evin ihtiyacı olabilecek her şey var. İşin en ilginç yanı bunların hepsinin üstünde, yanında nereden geldiğini, yetiştirildiğini ve neyden meydana geldiğini gibi bilgileri olan sticker tarzı notlar yapıştırılmış.

Burayı hafta sonu tatili gibi düşünen İngilizler, çocuklarını yanına alarak piknik olarak gördükleri bu müzelere getirmeyi ve anlı - şanlı ! tarihleri hakkında bilinçlendirmeyi ihmal etmiyorlar...

Liverpool, Manchester, Portsmouth ve Londra başta olmak üzere gezdiğim tüm müzelerin ortak özelliği; müzelerin günümüz modern teknolojisiyle geçmişteki tarihi olayları size mükemmel bir şekilde aktarmasını sağlamaları, öğretici yanı ağır basan bu müzelere çocuklar ve gençlerin ilgi gösternesini sağlamak. Bu sayede kültür ve tarihlerini anlatma yolu olarak kullanmaları.
Ayrıca bu müzelerin hepsi ücretsiz, böylece insanlarıın vaktini değerlendirmeleri için teşvik edilmeleri sağlanıyor. (müzelerin hepsinin içinde market ve cafeleri var, müze gelirleri de buradan geliyor..)

1960'larda dünyayı müzikleri, saç kesimleri, giyimleri ve yaşamları ile etki altına alan ve dört genç olarak bilinen; John, Paul, George ve Ringo'dan oluşan meşhur Beatles Grubunun hikayesi de burada başlıyor. Liverpool bu grubun hikayesini anlatmanın yanı sıra ticaretini kullanmayı biliyor; anahtarlık, fincan, tişört, cd, kasket gibi birçok eşyanın üzerinde Beatles markası ile turistlere açılan bir pazara da sahip oluyor.

Liverpool'daki Katedral'da göz kamaştırıcıydı, 1904 yılında inşa edilen 189 mt uzunluğundaki bu katedral ingilterenin en büyük ve dünyanın 5.büyük katedraliymiş, Katedral'daki çanlar dünyadaki en ağır olanlarmış-(

Yolda tanıştığım emekli öğretmen Tony ile Liverpool tarihi hakkında sohbet ettik. Bana binalar hakkında ilginç bilgiler verdiği gibi birkaç binayı da özellikle gösterdi. Şehrin içindeki binaların çoğunun daha önce warehouse (depo/ambar)  olarak kullanıldığını söyledi, tabii binaları hala yaşayan canlı birer tarih olarak görebiliyorsunuz. 

Bu arada beni bir pub'a götürdü. İçinden resimler çektim ve hakkında ilginç bilgiler verdi. Daha önce bir kilise olan şehrin içindeki bu yer şimdi pub'a çevrilmiş -(
Bar'ın içine girdiğiniz zaman bunu rahatlıkla fark edebiliyorsunuz, Tony aile büyüklerin buraya ibadete geldiğini lakin şimdi kendisinin zaman zaman buraya içmeye geldiğini söyledi. ((Kuşak farkı dedikleri bu oluyor herhalde.

Liverpool'da akşam olunca barlar tıklım tıklım ve her yerde insanlar eğleniyor.. 
herkes mutlu ve hayat rutin görünüyor...)

Görülecek yerler konusunda tavsiyemdir;
Merseyside Denizcilik Müzesi
- Albert Docks
- International Slavery Museum-
- Museum of Liverpool
- Liverpool Cathedral (çok ihtişam verici)
- Town Hall
- Matthew Street
- The Beatles Story

Biraz uzun oldu ama normalde bunların her biri hakkında bir makale yazılabilir -:)




































Manchester Gezisi [İngiltere Notları]


Bu şehri gezip gördükten sonra, “Industriai Revolution” dedikleri gerçekliğin nasıl bir şey olduğunu anlamış oldum tam anlamıyla. Şehri gezip dolaşırken bu şehrin sıradan olmadığını geçmişten gelen o muhteşem yapılarını ve eserlerini koruduklarını görebiliyorsunuz.

Şehir 18 yy. başlarına kadar küçük bir yer iken, 18 yy. ortalarına doğru (1760) tekstil sanayi devriminin çok önemli olan ayağının bir merkezini oluşturuyor. Daha önce denizyolu ile Liverpool’a limanlarına boşaltılan yükler,  trenler ile şehrin merkezine taşınıyordu.  Maden ve pamuk başta olmak üzere her türlü yükün taşındığı trenlerin yerine 19 yy. yapılan kanallar sayesinde artık Liverpool’dan Manchester’a kadar gemiler direk gelebiliyorlardı. Böylece, daha ucuz fiyata ham madde getirmeye başladılar. ilerde Mancherster in sanayi devrimi hikayesi de böylece başlamış oluyordu.

Böylece, Manchester’in Dünyadaki ilk Sanayi devriminde öncü rol oynayan bir şehir olduğunu öğrendim. Sanayi devrimi döneminde dünyadaki en büyük dokuma & teksil pazarına sahip olan bir şehir. Halen Avustralya, Yeni Zelanda ve Güney Afrika gibi ülkeler Manchester’a ait çarşaf, yastık ve havlu gibi ürünleri kullanmaya devam ediyorlar.

1863’te 108 tane dokuma tezgâhı ile Manchester üretimde pik noktasına ulaşmaya başladı. Pamuk ve yün’ün şehrin merkezine gemiler gelmesi ile beraber, dokuma tezgahı ve makinelerin icat edilmeye başlanmasını sağladı. Dünya’ya hazır tekstil malzemeleri satarak, büyük bir pazara ev sahipliği yapan bu şehir, dönüşümün önünü açtı. Dünyanın değişik yerlerine sadece tekstil ürünlerini değil aynı zamanda dokuma tezgâhlarını üretip-satışının yapılması beni şaşırttı.

18 yy. başlarında yapılan “Bridgewater Canal” dünyanın ilk “commercial canal” ı olarak tarihe geçmiştir. (Worsley den Manchester’e kömür taşımak için yapılmış bir hat).

Londra demir yolu garı dünyada ilk olduğunu ve bu alanın korunarak şuanda “Museum of Science and Endusrty” olarak hizmet verdiğini gördüm. Burayı gezip görmek için zamanımın çoğunu harcamama rağmen pişman olmadığı rahatlıkla söyleyebilirim. Müzeyi dört ana binaya ayırarak her binada size farklı sanayiyi tanıtıyorlar. Aynı zamanda o tarihten kalan Dokuma Tezgahları, Trenler, Tren Garı & Rayları, Lokomotif, Elektrik & Air Blast and Hot Air Engine, Oil Gas Power gibi birçok sanayi makine ve ekipmanlarını size gösteriyorlar. Dokuma tezgah ve makinelerin çoğunu çalışırken görüyorsunuz. 

Birbirinden bağımsız bir çok bilim ve endüstri dalını anlatacak şekilde, büyük hangar şekilde binalarda sergilenmiş eserlerden oluşuyor. Burada 1800-1900'lü yıllardaki sanayi devriminin teknolojik çalışmalarını gördükçe İngiltere'nin nasıl dünya devlerinden biri haline geldiğini daha iyi anlıyorsunuz.

Müzedeki Lokomotif ve Trenleri gördükten sonra, Manchester’in aynı zamanda Train-Lokomotif üretiminde önemli bir rol oynadığını ve G.Afrika, Tazmanya, Avusturalya, Hindistan gibi ülkelerde bu lokomotiflerin hizmet verdiğini öğrendim.

Liverpool-Manchester trenyolu ise dünyadaki ilk ticari demiryolu olduğunu, ilk tren ile yolcu taşımacılığın Manchester'dan Dalton arasında yapıldığını, dünyadaki ilk “free puclic library” in sahibinin Manchester olduğunu, dünyada meşhur Rolly-Royce'ın doğum yerinin Manchester olduğu, en iyi futbol kulüplerinden olan “Manhester United ve Manchester City"  in olduğu bir şehir olması gibi.. bir şehrin kimliği hakkında daha ne anlatılabilir ki...

Manchester Üniversitesi: Atomun ilk defa Rutherford tarafından parçalanması; ilk programlanabilir komputer, radyo astronomi bilimi kurulması bu üniversitede olmuş. Yirminin üzerinde Nobel ödülü sahibinin Manchester’den geldiğini öğrendikten sonra iyice şaşırdım – (.

Karl Marx’ın meşhur yoldaşı olan Frederic Engels’in babasının tekstil işi yapması dolayısıyla Manchester’de çalışmaya başlayan Engels,  dokuma & tekstil işçilerin durumunu görünce “The Condition of the Working Class in England (1845)” isimli eseri yazmıştır.

Rylands Kütüphanesi (John Rylands Library): Deansgate sokağında. 19 yy.da "dik-gotik" adı verilen mimarı stilde yapılmış hayli ilginç bir yapı, içinde çok kıymetli eski yazma eserler ve basım eserleri mevcutmuş. Manchester Universitesi tarafından idare ediliyor ve beli zamanlar da turist gezisi için halka açık.

City Library (Şehir Kütüphanesi): St Peter's Meydanında Şehir Konağının önünde. Yuvarlak özel bir kubbeli ve büyük sütunlu çok ilgi çeken mimariye sahip bir bina.

National Futboll Museum: Dünyanın en büyük futbol müzelerinden biri olan bu müze Manchester'da yer alıyor. Futbol tiryakilerin görmesi gereken bir yer.

Peki meşhur bu şehirde nereler görülmesi gerekir;
- Manchester Stadına bir ziyaret :)
- Museum of Science and Industry
- Town Hall
- John Rylands Museum
- Manchester Cathedral
- National Futbol Museum
- People's History Museum
- Heaton Park
- Albert Square

Manchester'i anlatmak zor ve zahmetli geldi......