22 Şubat 2013 Cuma

London Museum of Docklands [Londra Notları]


Geçenlerde gezdiğim bu müze hakkında aşağıdaki notlarımı almışım.

İsmini meşhur "The River Thames" ten alan bu müze, Londra'nın kalbi olarak nitelenen bu nehrin sağlı ve sollu olarak inşa edilmiş rıhtımlarının tarihini anlatmak için kurulmuş. 
Bunun yanında Güneş Batmayan İmparatorluğun sömürdüğü dünyanın en uç noktalarından kalkan gemilerinin getirdiği altın değerindeki yüklerini rahat ve zaman kaybetmeden boşaltmaları için şehrin kalbine doğru planlanlanmış olduklarını görüyorrsunu.

Müzeyi gezip görünce ibret ve ders aldım. Thames nehrinin içinden şehrin kalbin giden ve Dock'lar gemilerin yanaşma, tahliye ve yüklemeler deki zaman kaybını minimize etmek için mükemmel bir dizayn örneği göstermişler. Tabii ki bunların öncülüğünü 'East India Company' ve 'West India Company' gibi doğu'dan gelen zenginliklerin Londra piyasasına hızlı bir şekilde dağıtılmasını sağlayan rıhtımların başını çektiğini belirtmem lazım.

Lüzumsuz gibi gözüken ama benim için çok önemli olan deniz ticaretindeki ticari rakamlar hakkında ilgi ve merak ile notlar aldım.
Ölçümlemeyen büyüyemez ve gelişemez der modern kapitalist sistemin duayenlerinden Peter Drucker.
Bakalım şimdi bu rakamlara;

- Şeker: 1939'da 1 milyon tonun üzerinden şeker ithalatı gerçekleşmiş
(Karayip, Mauritius ve Avrupa'dan gelen beet sugar.)

- Tahıl: 1939'da 2.8 milyon ton gerçekleştirilmiş (Buğday, Un, Mısır, Arpa, Yulaf, Bezelye, tohumlar) ithalatı gerçekleşmiş (Avusturalya ve Arjantin).

- Kereste: 1930'larda yılda 2 milyon üzerinde softwood ithalatı Baltic ve Kanada'dan yapılmış.
(Londra'da genlede mobilya ticaretinde kullanıyordu) dünyada en büyük odun elleçlemesini yapan dock'a sahip. (surrey commercial dock)

Müzeyi yaparken tasarımını çok akıllıca düşündüklerini fark edebiliyorsunuz. Kendinizi eski denizcilerin gemiden inip ara sokaklarında sarhoş gezdikleri ve her türlü malzemenin kullanıldığı (eski zamanlara ait) bir sokak'ta gezerken görüyorsunuz. Bir an müzeden çıkıp şehrin kadim sokaklarındaki denizci hayatından kesitleri görebileceğiniz bir tasarım ile yapılmış sokakları gözünüzün önüne getiriyorlar.

Yani İngiliz deniz aşırı ticaretinin önemli bir ayağı olan Dock'lardaki atmosferi canlıymış gibi size yaşatmayı başarabilmişler.

Bu arada müzenin içinde kocaman dolap dikkatimi çekti. Dolabın içindekiler çok daha ilginç ve bir o kadar şaşırtıcıydı benim için. Dünyanın her köşesinden taşınan ham maddelerin depolanarak sizlere bir sanat eserinin takdimi yapılıyormuş gibi gösterilmektedir. Bu dolaptaki ham maddelerde; hepsinin ismi ve nereden geldiğini belirten notlar mevcut. Hemen hemen her türlü Commodity'in (emtia) mevcut olduğunu fark ettim.












3 Şubat 2013 Pazar

Buckingham Palace [Londra Notları]


Buckingham Palace gitmek ve orada gerçekleşecek nöbet değişimini şahit olmak için nihayet gittiğim üçüncü seferden sonra bugün mutlu sona ulaştım. Birkaç defa gitmeme rağmen meşhur Kraliçenin olduğu Buckingham Palace'taki nöbetçi değişimini ancak izleyebildim..
Sarayın önünde tıklım tıklım insanlar ve herkes heyecanla ile nöbet değişimini bekliyor. Gelen değişik türdeki askeri grup bando müziği eşliğinde, bir grup sarayın orta kapısından girdi ve diğer taraftan da da başka bir değişik silahlı müfreze grubu geldi ve bunlarda bando eşliğinde sarayın kapısından içeri girdiler.. 

Bu arada sarayın tepesindeki bayrak yukarı çekiliyor, Bu da Kraliçenin sarayda olduğu anlamına geliyor..)

Nöbet değişimini ilginç ve farklı bir tarzda yapılması bu kadar insanın neden toplandığını anlatıyor aslında. Her ülkeden gelen ziyaretçi turist grupları çok yoğunlukta.. Askeri törenleri sevmediğimden olacak kapıdan uzaklaşıp karşı kaldırımdaki merdivenlerin üstündeki gruplarla resim çekiyorum, tam bu arada tören geçiş alanın ortasına gelen bir adam elinde iki tane büyük boyda kasap bıçaklarını çıkartmış bağırıyor. Bıçaklardan birisini kalbine diğerini de boynuna dayamış, bağırarak bir şeyler söylüyor. Hemen önümde bunu yaparken, ben dumura uğramış şekilde kaldım. Sonra aniden atlı İngiliz kadın/erkek nöbetçiler bağırarak adama yaklaştı ama adam bağırmaya devam ediyor, bu arada nöbetçiler de güvenlik çemberi icabı bizi yakından uzaklaştırmaya çalışıyor..

Birkaç dakika içerisinde etrafta birkaç İngiliz polisi ellerinde şok cihazları ile adama yaklaşmaya çalıştılar lakin adam bıçağı dayamış bağırıyor. Hemen adamın arkasında bir İngiliz polisi dikkat çekmeden dolaşıp şok cihazını uzaktan kullanarak adamı şokladı ve adam sendelerken üstüne atlamaları, onu paketlemeleri vs.. ilginç ve bir o kadar da şaşırtıcı bir durumdaydım.

Özetçe, 
- İngiliz polisi çok soğukkanlı ve profesyonel davranıyor
- Ortamı güvenli duruma getirmek ve güvenlik çemberi sağlamak konusunda sert davranıyorlar,
- Silah kullanmadan etkisiz hale getirmeyi önceliyorlar.

Olay kısa sürede haberlere düştü, bende olayı an be an kameraya çekmiş oldum.)

ilgili haber için: http://www.bbc.co.uk/news/uk-england-london-21313355










Londra Notlar= Portsmouth & Isle of Wight (2)

Isle of Wight: Adaya yarım saat süren bir vapur seferi sonucu ulaştım. İngiltere'nin en büyük adası ve genellikle tatil için tercih ediliyor. Adaya Hovercraft (Hava yastıklı tekneler) ile de düzenli sefer yapıyorlar. Vapur adaya yanaşmıyor onun yerine adadan uzayan bir kilometre kadar inşa edilen bir köprüye vapur yanaşıyor ve yolcuları tahliye ediyor. Adaya kadar olan mesafeyi yürüdüm ama genellikle tren tercih ediliyor, vapurun yanaştığı yer ile ada arasında çalışan faal tren hizmet veriyor. Adada med-cezir hareketleri fazlaca olduğundan dolayı kumsal sahilleri oldukça geniş. Bu da demek ki gel-git durumu adayı fazla etkilemekte olduğunu gösteriyor.

Adayı gezmek ve etrafı tanımak maksadıyla yürüyüşe çıktım. Lakin ada çok geniş olduğu için yürüyerek gezilecek bir yer olmadığını biraz geç fark ettim. Adada İngiliz mimarisi olarak çok hoş inşa edilmiş yapılar her yerde kendini gösteriyor. Evlerin hepsi klasik olarak bizim deyişimiz ile villa tarzında tek kat ve terasa sahip aynı zamanda eksik bırakmadıkları güzel bir bahçeye sahip ve bu şekilde tasarlanmış. Çok sessiz ve sakin bir yer olduğunu fark ettim, bir o kadar da ürktüğümü de belirteyim. İnsanların, köpekleri ile antreman veya yürüyüş yaptığı, etrafta hiç çoluk-çocuk ve kavga-gürültü gibi atraksiyonların olmaması beni biraz şaşırttı desem yalan olmaz-( herkes mutlu ve her şey güzel gidiyor ama ben bir anormalik arıyorum maalesef burada da öyle bir şey ile karşılaşamıyorum.(

Ada evlerinin geneli deniz ile aralarındaki mesafe korunmuş ve insanların yürüyüş yapmalarına müsait bir şekilde geniş sahil yolları düzenlenmiş. Evlerin hiçbiri bu manzarayı bozmadığı gibi, adanın doğası gereği her taraf yeşillik ve ormanlar ile kaplı durumda.. 

Akşam saatlerinde sahilden şehrin içine doğru yürüyüp otobüs durağını bulmaya çalışırken, kaybolduğumu fark ettim. Nerede olduğumu bilmeme korkusu iliklerime kadar ilişti desem-(
Zifiri karanlık, dar ve ormanların içinden geçmekte olan bir yolda yürürken dikkat ediyorum da adanın ekili alanları cetvel ile çizilmiş gibi gözüme çarpıyor...

Bu toplumun, en büyük hobisinin akşam saatlerine doğru pub larda eğlenmek olduğuna kesin kanaat getirdim. Buz gibi bir hava var ve insanlar arabaları ile adanın içinde yer alan ücra köşelerdeki eski tarz barlarda eğleniyorlar..













Portsmouth & Isle of Wight (1) [İngiltere Notları]



İngiltere'nin güneydoğusunda yer alan Portsmouth ve Isle of Wight adasını dolaştım. Ülkenin çeşitli alanlardaki zengin tarihini görünce insan sevinirken, diğer yandan kendi ülkesindeki güzelim doğanın katledilip yok edilişine üzülüyor ama yılmak yok çalışmaya devam...)

Portsmouth: Dünyanın en eski dry dock'ına (tersanelerde gemilerin inşa edildiği ve bakımların yapıldığı kuru ya da yüzen yapılar) sahip olan askeri bir liman olarak çok önemli bir konumda olan yermiş.
Kraliyet Donanması'nın (Royal Navy) merkez karargahının olduğu yerde şimdi Hms Warrior - Mary Rose - Lord Nelson isimlerinde tarihi savaş gemileri hala mevcut. 1787 Avustralya'ya giden 11 geminin ilk kalktığı yerde burasıymış..



Daha önce büyük tersane ve liman olan yer, şimdi geniş bir alana yayılmış ve içinde National Museum of the Royal Navy olan yerin yanına da enine bir alışveriş merkezi ve marina tarzı bir yer yapmışlar. İlginç olan kısmı da daha önce tersane olan bölgeyi mükemmel bir şekilde korumaları.  İçine girdiğiniz zaman yüzyıl önce tersane işçilerin gemi inşa ve tamiratı gerçekleştirirken nasıl çalıştıklarını canlı bir şekilde resmederek görebiliyorsunuz. 
O derece güzel bir dizayn ve tasarım yapılmış ki, yerler komple tahta, içerisi hafif karanlık ve işçileri işbaşında çalışır vaziyete görmenizi sağlayacak şekilde düzenlenmiş. O dönemden kalma bilge pump, air comproser, rammin irons, wimble set, paternmaker, marine boiler, blockmaking, shaping, blaksmith, foundries vs.. gibi (kullanılan araç ve ekipmanlar) çok çeşitli ve ilginç eserler üzerinden o anı size yansıtmayı başarmışlar.


- 250 yıllık geçmişe sahip wooden ship -HMS Victoria (1859) halen orada duruyor, 3 direkli gemi dünyanın en uzun wooden savaş gemisi olarak tarihte özel bir konuma sahip..
               
- Bulunduğunuz yer geniş bir alan ve içinde market, restaurant, müze vs gibi yerler var. Bunların hepsinin içine girdiğiniz zaman tersane dönemindeki havayı hissedecek ortamı size sağlayacak şekilde tasarlanmış..

Burayı gördükten sonra;
 - Sahip olunan denizcilik tecrübesi denizciliği öyle bir tasarlanmış ki şehrin adeta mahallesinin içine denizcilik kültür ve yaşantısını yerleştirdikleri gibi onunla bütünleştirmişler.

- Karaköy'deki tarihi Haliç/Perşembe Pazarı'nın olduğu bölgenin dokusunu korumak ve tarihi bir tersane/denizcilik müzesi yapıldığını bir an düşünün...! (Neyse bunun hikayesini başka zamana bırakalım, çünkü o konuda söyleyeceğim önemli şeyler var..)

- Burada, dikkat çekici kısımlardan birisi de ziyaretiniz esnasında üstünüzü aranması, kim olduğunuz ve nereden geldiğinizi sormak diye adetleri de yok.. Herkes kendi işini en iyi yapmaya çalışmaktadır. Müze veya tarihi zenginlik olan nereye girerseniz girin çok rahat ve sorgusuz sualsiz bir şekilde girip dolaşabiliyorsunuz. Sürekli yanımdan ayırmadığım potansiyel renkli haki çantamı ne arayan ne de bununla nereye gidiyorsun diye soran herhangi birisine rastlamadım...

(Topkapı sarayına girerken öyle bir güvenlik aramasından geçiyoruz ki sanırsın kraliçenin sarayına ayak basıyoruz..)

Özetçe diyebilirm ki;
- insanları kendisine hayran bırakacak bir tasarım
- tarihi tecrübelerini topluma anlatmaları ve bunu yaşatma kültürlerinin zenginliği...

Aşağıya çektiğim resimlerden birkaç tane ekliyorum...